Şehir hayatı insanı tüketiyor. Trafiği, kirliliği, tehlikeleri, ekonomisi, siyaseti, iş hayatı, her şeyi zor. Çoğumuz yaşamak için çalışmak zorundayız. Sadece trafiğe maruz kalmak bile yüksek stres kaynağı. Gerçi dünyada bizim kadar buna maruz kalan az sayıda ülke var. Ne kadar bu bizim gerçeğimiz desek de bununla yaşamak hepimizi çok yoruyor. Zaman zaman strese sokuyor. Zorlanıyoruz. Uykusuzluk, anksiyete, depresyon belirtileri gösteriyoruz. Sadece koşturarak çalışıyoruz çünkü. Yaşayamıyoruz hayatı. Hep bir bekleme içindeyiz. Büyümeyi, sınavları vermeyi, iyi bir iş güç sahibi olmayı, evlenmeyi, çoluk çocuğa karışıp onları da yoluna koymayı, büyütmeyi, ev araba taksitlerini bitirmeyi… Hep bir şeyler bitsin sonra yaşamaya başlayacağız…
Yorucu Şehir Hayatı
Kapı komşumuzu bile tanımayız. Tanımak da istemeyiz. O kadar koşturmuşuzdur ki bütün gün, bir an önce dinlenmek isteriz. Kimse için emek verecek gücümüz yoktur. O eski komşuluklar yoktur artık. Eğer bir sosyalleşme yapacaksak onu da dışarıda bir yerlerde emeksiz ve zahmetsiz yapma derdindeyizdir artık. Zaten güvenemeyiz kimseye. Kimin, ne olduğu belli değildir bu kocaman şehir hayatında. Güvendiysek de almışızdır mutlaka boyumuzun ölçüsünü. Artık, hepimizi yalnızlaştırmış ve hiç kimseye güvenmemeyi öğretmiştir bu şehir hayatı hepimize. Sadece çalışırız, hayat standardımızı yükseltmek için ve yarınlar için. Derken bir bakmışız yaşlılık, hastalıklar… Hayatın son perdesindeyizdir. Sonra öğütler vermeye başlarız etrafa… “Gençliğinizin, sağlığınızın kıymetini bilin.” diye… Oysa biz de gençtik bir zamanlar. Keşke bilebilseydik hayatın kıymetini…Elimizdekilerle mutlu olmayı, paylaşmayı, hayatımızı sadeleştirmeyi bilseydik. Elimizden uçup gitmeden bilebilseydik. Yeterince istemeyi bilebilseydik ve hayatı ertelemeseydik. Mutlu olabilseydik keşke. Keşke bizi gerçekten neyin mutlu edeceğini düşünebilseydik.
O kadar zorlanıyoruz ki bu şehir hayatını götürürken… Bazen isyan ediyor bedenimiz ve ruhumuz. Çünkü yaşadıklarımızın yükü ağır geliyor artık. Taşıyamıyoruz onları. Hepimiz aynı durumdayız. Kimsenin kimseye bir yardımı olmuyor. Mutsuzluk dalga dalga her yerde… Sanki bulaşıcı bir hastalık gibi. İsteklerimize, beklentilerimize ulaşmak için çok çalışmamız lazım. Hadi ulaştık diyelim, yine mutsuzuz. “Ne çok emek vermiştik bunun için ama değmedi, beni mutlu etmedi.” deyip hedefi yukarı çıkarıyoruz. Çünkü hep maddi beklentilerin peşinden heba ediyoruz hayatı. Asıl ruhumuzu beslemeyi ihmal ediyoruz.
Hiç soruyor muyuz kendimize… “Gerçekten peşinden koştuklarıma kavuşunca ne değişecek benim için?” Nasıl mutlu edecek bunlar beni? Gerçekten değecek mi yaşadıklarıma, geçen zamana? Sadece azalınca mı değerli olacak bu zaman?”
Kantarın Topuzu
Ben eski kasabalı, yeni şehirli biri olarak bir terazi yapıyorum sürekli. Artılar, eskiler terazisi. Kantarın topuzu yani dengenin merkezi artıdan yana kaydığında “Sorun yok” diye düşünüyorum. “Kantarın topuzu da nedir?” diyecek çoğunuz. Eski bir tartı aleti… Dengemizin yerini alıyor bu topuz. Terazinin her iki yanındaki yükün dengesinin yönünü ayarlıyor. Eğer dengenin artı tarafı baskınsa biz de mutluyuz demektir. Eşitse bile her şey gücümüz dahilindedir. Ama eksi tarafı ağır basıyorsa o zaman alarm vermeliyiz hayatımıza bir an önce. Yoksa o bize alarm vermeye başlayacaktır bir şekilde. Şu an dengedeyim çok şükür.
Ama bir süre önce çok çalıştığım için gerçekten alarm zilleri çalmaya başlamıştı bedenimde. Mutsuz ve sinirli olmuştum. En ufak şeye geriliyor ve tepki veriyordum. Uyku düzenim bozulmuştu. Bu duruma çeşitli bahaneler bulsam da gerçeğin farkındaydım. Bedenim ve ruhum yorgundu bu koşuşturmamdan. Terazinin dengesini bozmuştum. Kazandıklarım yerine koymuyordu, kaybettiğim hiçbir şeyi… Sağlığım bozuluyordu.

Keşke Dememek İçin
Hep duyarız “keşke”lerini insanların ama hep kaybettikten sonra… “Keşke yapmasaydım, keşke dikkat etseydim, keşke zamanında kıymetini bilseydim…” Lütfen hayatımızı keşkelere mahkum etmeyelim. Terazimiz hep önümüzde olsun. Dengemizi koruyacak şekilde basitleştirelim “şehir hayatı”mızı. Mandıra filozofu olmayalım ama hayatın çalışmaktan ibaret olmadığını da unutmayalım.
Ben, ne mi yaptım? Hayatımdan tekrar keyif alacağım, hem çalışıp hem de yaşamayı unutmayacağım bir düzen oturttum. Artık terazimin artı yönü baskın… Sağlığım düzeldi. Kızım çok mutlu, ona zaman ayıran huzurlu bir annesi var. Eşim mutlu, beni yine eskisi gibi görebiliyor ve beraber zaman geçirebiliyoruz. Ben mutluyum, bu güzel şehirde güzel yürüyüşler yapıyorum. Sonuç olarak yine şarkılar mırıldanarak dolanmaya başladım etrafta. Terazimin eksi yönündekiler de bana kalsın. Terazim artı yönde olduğuna göre, onlar da önemsiz artık.
Dengeyi hep korumaya çalışalım lütfen. Yarınlarda “keşke” dememek için…
Görüşlerinizi yazın.